HAŞİMOTO

Bazı şeyler değişmiyor . Bazı şeylerin değişmesine biz izin vermiyoruz. Aşkı sahiplenip donatıyoruz. Bir bakıyoriz ki aşk dört nala; kontrolsüz gidiyor. Ya bir uçuruma, ya bir vahaya ya da bilinmeyene..

 

doğuruluyoruz, talebimiz olmaksızın, büyütülüyoruz insiyatifimiz olmaksızın, eğitiliyoruz katkımız küçümsenerek ve ergenleşiyoruz. İlişkilere yelken açıyoruz. Evlilik adını verdiğimiz tamamı külliyen yalan bir kurumla tanıştırılıyoruz. Üreme işini yasallaştırmak için. Kime göre yasal, kime göre gerekli ? Onu tartışmıyorum bile. Kim kiminle çiftleşecek karar verilince insanlara garip siyah ve beyaz kıyafetler giydiriliyor. İlginçtir beyaz kadına giydiriliyor. Masumiyetin, temizliğin, sadeliğin ve bekaretin simgesi. Siyah ise erkeğe giydiriliyor. Karanlık prens… Edilgen, üretgen, herşeyin sahibi. Öyleki evlenen kadın onun soyadına bile boyun eğiyor. Kanunlar değişse de kural değişmiyor. Kadın çalışıyor koca zenginleşiyor. Sonra zengin kocadan ayrılırken mirastan pay almaya kalkan kadınlar garipseniyor. Karısının sırtından geçinen onca erkek varken. Bırakın da bedensel, ruhsal ve şekilsel  ittifak kurmuş oldukları yasal eşlerinden talepkar olabilsin “seviyeli” kadınlarımız. Sonra zaman fütursuzca geçiyor. Birileri ürüyor, bazıları türüyor. Ama ilişkiler yıpranıyor. İnsanlar da değişiyor. 20 yıl önce içini titreten adam kocaman göbeği, kırlaşmış saçları ve eksi bakiye performansıyla seni üşütüyor ve dahi 20 yıl önce içini titreten adına akrostiş şiirler yazdığın kadın doğum başı aldığı 20 kiloyla, ayda bir yaptırmak zorunda kaldığı dip boyası, dizkapında pişik yapan göğüsleri ve yerkabuğunu andıran selütleriyle senin içini kaldırıyor. Ama çocuklarının annesidir diye katlanıyorsun. Yıllar önce “sen buruşuk ihtiyar bile olsan sana bakmaya doyamam” diyen adam geceleri daha uzun mesailere kalıyor üstelik cebinden daha fazla para harcayarak(!). Evde bir süre bu mesailere katlanan kadın her ne kadar bu fazla mesailer ona yeni bir araba, yeni bir tek taş ve hatta arkadaşlarla seyahatler olarak geri dönse de yasal yatak sıcaklığından uzakta kendisiyle çelişmeye başlıyor. Oysa doğa erkeğe bu kadar zalim davranmıyor. Çünkü sokaktaki erkek köpek bile ölene kadar çiftleşebildiği halde. Dişi köpek için aynisi pek de mümkün olmuyor. Üstelik köpekler arasında hala viagra kullanımı pek yaygın değil(!) Hal böyleyken kendi kimliğini ve haklarını sorgulayan kadın yeni arayışlara giriyor. Öncelikel yasal acılarından kurtulmaya çabalıyor. Sonra kendine uygun ortamlara giriyor. Ama yaşıtı erkekler çok daha genç heyecanlar peşinde ve o daha”çok genç heyecanlar” da gelecek ve maddi kaygı içinde yaşıtlarındakilerde bulamadıklarını “yaşlı heyecan”larda bulabildiklerinden. Arz ve talep dengesi kuruluyor ve iktisat mantğı işlemeye başlıyor. Durum böyleyken geçen gün Hürriyet gazetesindeki haftasonu söyleşisindeki kariyer sahibi bekar ve ortayaşlı bir hanımın dediği gibi “gençken doya doya seviştim aşık oldum ve paylaştım ama bu yaşlarda bu gerçekleşemiyor o nedenle seksi satınalmayı düşünüyorum” dediği ve okuyunca içimi ürperten itirafı düşünüyorum. Kadın erkek ilişkileri ve sözümona aşk sevgi  ve romantizm ne hale geldi. Gerçek aşkın olduğuna inanan ben bile son mohikan gibi çaresizliğe mahkum ediyorum kendimi.

 

Kadın ve erkek bir ilişki yaşar. İkisi de özgürse sorun olmaz. Olsa bile kafaya takılmaz. Ama taraflardan biri engelliyse o engel kalkana kadar bu aşk tahammül gösterebilir mi. Aşk gerçekten herşeyi bekleyebilir mi?. Verilen sözler tutulmazsa ya da o sözler verilmekten korkulursa ne olur. Aşk heryaşta olabilir mi? Kadının erkeğe yaklaştığı gibi erkek de kadına yaklaşabilir mi?

 

Bilmediğim şeyleri soru olarak sorabilmeyi becerdiğim günden beri hep utanmazca sormuşumdur herkese herşeyi. Şimdi de soruyorum. Aşk nedir? Seks nedir? Sadakat nedir? Kadın ve erkek nasıldır?. Bunların hepsi birbiriyle ne kadar değersel bağlantılıdır. Ve gerçekte bunların hepsi bir çiftin ilişkisinde varolabilir mi? Sahip olunduğunda çabukça yıpranabilir mi? Bilen var mıdır? Varsa hala hayatta mıdır?

 

Geçen gece bir rüya gördüm. Rüyamda ben bir keçiydim. Koskocaman bir çayırın tam ortasında duruyordum . Sözüm ona tüm keçiler tuzlu olan otları şapır şupur yerken ben kendikendime şöyle diyordum. “Tanrım ben haşimoto hastasıyım iyotlu ot yememem lazım” hal böyle iken kendi kendime de şu soruyu soruyorum “benden keçi bile olamazken aşk kadını olur mu?

 

Sevgimle kalın

 

F.Pınar Saltadal

27.08.2007

 

 

Not:Haşimoto bir tiroid hastalığıdır ve bu hastalığa yakalananlar iyottan kaçınırlar ve

       tuzlardaki iyot bile tehlikelidir ve ben yıllardır haşimotoyum.  

CANIM GİTMEK ÇEKTİ…

Canım gitmek çekti

Çünkü

Aitsizim….

 

yaz kaçkını sıcaklar

bedenimi sardı

salkım üzümlerin tecavüzüne uğramış

bağ bozması bir bahçe

yer ada değil

belki

ama

bildik bir veranda

en tekirinden bir kedi

yarı çıplak bir sokak çocuğu edasında gözlerim

ağlamakta

ve

sinir bozucu sessizliğinde

zaman

en soğukkanlı cellatları bile kıskandırmakta

 

 

canım ölmek çekti

cünkü

bedensizim……..

 

yordum hatıralarımı beynimde

en sevdiğim şarkıları topladım

üzerine filimleri ekledim

kitaplarımı kimseye emanetleyemedim

yazılmamış şiirler

anlatılmamış hayat hikayeleri kaldı zamandan bana ödünç

kendi sırlarımı bile unuttum

sağ yanımda yalnızlık

sol yanımda kifayetsiz isyanlar

söyleyebileceğim tek şey

böyle yaşamaktan yorgunum

 

F.Pınar Saltadal

27.08.2007 

YALNIZLIK, KANADIĞINDA DAHA AZ HİSSEDİLİRMİŞ

İste herkes gitti

Yalnızlık bile terketti beni

Son süt dişim

Kızım

Kardeşim

Kedilerim

Ve

Kuruduğu halde binbir umutla yeşereceğine umutlandığım onbiray çiçeğim

Gitti

Gittiler

Terkettiler

Kırıldı kolum kanadım

En son dün yılışıkca doğmuştu ya güneş

Saraydan çıkma orospu edasındaydı ya ay

Onlar da gittiler

Ve

Ben kıvamsız bir mayi gibi salındım bulunduğum şerefsiz bardakta

Silkelendim

Düşürdüm kendimi yere

Kırıldı

Dağıldı camlar

Kesti beni

Ohhh kanım aktı

Rahatladım

Yalnızlık kanadığında daha az hissedilirmiş

Öğrendim

Teşekkürler kaderim

 

F.Pınar Saltadal

 

23.08.2007 

BİRGÜN GİDERSEN BENDEN

ADAMIN GÖZÜNDE HEM AŞK HEM HÜZÜN BİRARAYDI
DERİN YEŞİL AYAZA ÇALMIŞTI… 
 
……….

Bir gün gidersen benden

En çok senin sıcaklığında uyuyamadığıma yanacağım

Kokunla huzur bulup

Gözlerinde kaybolamadığıma

Ve

Birgün beni hasretinin gölgesinde bırakırsan

Sabah güneşinin bedenlerimizi aşk yorganıyla birlikte saramadığına

Mavi alevin derin yeşilde

Ada rüzgarı eşliğinde kaybolamadığına yanacağım

Ve

En çok da

Hayattan alacaklı olduğumuz yıllara

Eğer  koyup da gidersen beni yokluğunun yoldaşlığında….

 

F.Pınar Saltadal

22 Ağustos 2007

 

 

GEL

Gel

Hazırım

Gecenin sisi dolmuşken içime

Tam zamanı

İhtiyacım var

zehrine

 

Gel

Sağ

elinin parmağıyla

Omurgamı çiz sol avucuma

İlmegi gevset,

İpi tak çelimsiz boynuma

Sık

Sıkıca

 

Gel

Dokunmadan öp beni

Kokumdan

Hani güneşe yayılıyor ya

Saçlarımdan

 

Gel

O bordo kanepenin üzerinde

Parmak uçlarını gezindir

kirpiklerimde

‘’Gülibrişim’’ evimizde

 

Gel

Yasaksiz

Saklanmadan

Sadece benim olarak

ve

kal

en az sonsuza kadar

 

 

f.pınar saltadal

17.08.2007 

DENİZ YILDIZIN OLABİLİR MİYİM?

Bunca tanıdık virajların içinde

yabancı bulacağımdan korkmuşken seni

O yollarda hep izin vardı

Ağaçların yeşili

Gözlerinle aşina

Denize kokun sinmiş

Gecenin karanlığına gizlenmiş arzunun ateşi

Hem yakıyor

Hem parlıyor

Tüm korkularım

Yalnızlığıma gizlenmiş

Ama

Adı “sensizlik” oluyor

 

Evimin balkonunda

En son seninle konuştuğum köşede

Yüreğim gökyüzünde

Kapatıyorum gözlerimi

Elimdeki peçetenin üzerinde harflerin

Yanında yıldızlar

Alfebeye

İkinci harten başlamaya talibim

 

….

şehir uyudu geceye

sen nerdesin

kocaman bir bilinmezin tam ortasında

açık deniz dalgalarıyla mücadelede ruhum

kabuslar gaspetmiş uykularımı

sorular zavallı beynimi delmekte

dayanmakta

 zorlanmakta yüreğim

bir ceviz kabuğu mağruriyetini taşıyor

bedenim senin deniz inin tam ortasında

ne olur bakma bana artık öyle ayaz

ne olur esme bana artık

bırak dinleneyim sahilinde

belki deniz yıldızın olurum gözlerinde…

 

f.pınar saltadal

13.08.2007 (çok uzun zaman olmuş özledimmmm)